Yara Gibi

Demli bir çay kıvamında akıp gidiyor gözlerimden yüzün

Sesin ki

Çoktan silinmiş uykularımdan

Kanıyorsun…

Kalbimden parça parça kopup

Bir boşluğa dökülüyorsun

Yara gibi!

Zamanda Sensizlik

Sen gittin

Nisan tam dört kez gelip geçti

Şubat bir kaç kez üşütüp geçti

Hastalandım

Yataklara düştüm

Sonra eylül geldi

Sarardı yine dönüşünü bekleyen mavi

Yalan yok!

Bazen içimdeki seni

tek nefeste öldürmek geçti

Neyse ki Nisan çabuk geldi

Bir ara nefesim kesildi

Biraz dinlendim

Limonlu çay içtim

Kuşları seyrettim

Sonra…

Sonra yağmur yağdı işte!

Yağdı

Yağdı

Hiç durmadı

Karyola

Mutlu uyuyordu. Dudak kıvrımlarında arada bir belirginleşen tebessümü gördükçe, ben de mutlu oluyordum. Güzel rüyalar görüyordu belli ki. Onu seyrederken, yavaş yavaş gözlerim kapanıyordu.

Tam uykuya yenik düşecekken!

Birden kaşlarını çattığını gördüm, sonra ellerinin ayaklarının titrediğini. Telaşla tam kucağıma alacakken, yeniden gülümsedi. Derin bir oh çekip, yatağının yanındaki sandalyeye oturdum ve sabaha kadar hiç uyumadan onu seyrettim. Ya yine korkarsa!

Ağlarsa!

Nefesi kesilirse!

Duymazsam!

Görmezsem!

Küçücüktü daha çocuğum, ama büyüyecekti. Ona daha büyük bir karyola almalıyım, diye düşündüm. Gerçi daha çok erkendi. Bir iki yıl daha sığardı bu karyolaya.

O karyola hep büyük kaldı!

Ben,
Bir savaşın ortasında kaybettim çocuğumu
Bir arabanın altında…
Düğün alayında, havaya sıkılan tek bir kurşunla…
Top oynarken kaybettim
Ekmek alması için, fırına gönderirken kaybettim

Ben,
Onlardan olmadığım için kaybettim çocuğumu
Üç yaşında kaybettim
Beş yaşında…
Yedi yaşında…
On iki yaşında kaybettim!

Keşke, hep o karyolanın içinde yaşasaydı çocuğum. Çocuğum büyüdükçe, karyola küçülseydi!

Ve ben, her gece sabaha kadar onu seyretseydim, ayaklarını karnına çekmiş, mışıl mışıl uyurken.

Kırk Yıl

Göz kapaklarında ağırlığı duruyordu zamanın

Zamanın kırlaşmış uykusuzluğu

Ağır ağır açılıp kapandıkça gözleri

Saatine bakıyordu

Ya yarın yoksa!

Yaşar mıydı bir gün daha

Sol tarafında yatan o güzel / Kırk yıllık

Kadının koynunda

Bir gün daha

Canım Cehennem

Söylenecek bir söz ?

Ne denilir ki bir veda anında
Hoşça kal, dışında
Hele de vakit bomboşsa

Bak işte!
Hiç söz yok
Canım cehennem
Cehennemin dibine kadar…

GİT! Desem

Şubat

Tam da yara aldığımız yerden yakalıyorlar bizi

En şubat yanlarımızdan…

Son Nefes

Bir teli kırık keman eşliğinde
Dilimde titrek bir ıslık / Hüzzam
Karanlığa dolan

Ölmekteyim…

Serçelerin son ölüm uçuşlarında
Bilenmiş eski gecelerden bir an
Şah damarım paslı bıçak kesiği
Ve can iki nefeslik ömür
Payıma kalan

Bir ben gelmiş yapışmış yakama
Boş sessizlikte
Bir çığlık ben

Kan gölü ağzımın boşluğunda
Son bir iki nefes / Daha
Geride sen
Ve itiraf edilmemiş bir yalan
Aşktan kalan

Ölüyorum
Vakitlerden senli bir an

Adsız 2

Tam da yara aldığımız yerden yakalıyorlar bizi

En şubat yanlarımızdan…

Kelebeklerde Terketti Beni Kuşlardan Sonra

Çok sonraydı
Sonradan biraz önce
Dışarıda kar yağıyordu
Soğuktu hava
İçeride titrek bir sessizik
Ellerimi tutuyordun
Ellerimi ilk kez bu kadar korkuk tutuyordun
Dudakların üşüyordu…

Dilinde iki kaçak kelime / İki bıçak
Bilelenmiş…

Sus!
Dedim ya sana

Biliyor musun
Kelebekler de terk etti beni / Kuşlardan sonra
Saksıdaki begonya da öldü
Bütün gün böceklerle konuştum
Sonra…
Sonra onlar da gittiler
Sen de gelmedin o gece
O gece hiç sabah olmadı

Dışarıda kar yağıyordu
Soğuktu hava

Hırsız

Gülüşünü çaldın dudaklarımdan
Yüzümden gözlerini
Sesimi, sessizliğinden
Ne kadar düş varsa sana dair
Gece yarısı mırıldanılmış / Koynunda
Tenime satır satır işlenmiş
Düşlerini çaldın sen
Aşk,
Mısra sonu vurgulu bir ünlem
Ay ışığı soluğunda, kalbinde uyurken ben
Şiirlerini çaldın sen
Sen,
Kendi masalını çaldın
Benim hikâyemden