Annem dünyanın en güzel kadınıydı
En güzel gülümseyen kadını
Suya şeker katsa
Sütlaç olurdu
Toprağa kül dökse / Gül
Annem dünyanın en güzel kadınıydı
En güzel gülümseyen kadını
Suya şeker katsa
Sütlaç olurdu
Toprağa kül dökse / Gül
‘’Bir gün, zamanın gözleri bıçak gibi kesecek geçmişin perdesini ve bir aynada kanayacak yüzün. İşte o an, hangi yaranın kabuk tutmadığını anlayacaksın. Şimdi git!‘’
Dedin ve ben nefes nefese…
Bir yanımı sende bırakıp, bir yanımı alıp gittim; siyasi kaçaklar gibi, başka bir ülkeye sığınırcasına. Yüreğime yabancı bir dilde, bana ait olmayan aşklar bozdurup, senli lacivert gecelerin içinden kokunu ayıklayarak, doyumsuz hayatlara bıraktım kendimi. Yıllar an gibi gelip geçerken, hiç fark etmedim kalbimden geçip gidenleri. Aşkın biri geldi, biri gitti senden sonra. Hiçbirine kal demedim. Umurumda bile değildi hiçbiri ve umurlarında bile değildim hiçbirinin. Bir suçun diyetini öder gibi, her gece tenimde sana ait izleri yaktım; başka bir tenin bana ait olmayan dokunuşlarıyla.
Evet, gecede gözlerin yoktu. Hiçbir gecede yoktu. O dekoltesi lacivert gecelerde, tenimi yakana dek karanlık yüzlerle sevişirken, bir saniye bile düşmüyordun aklıma. Başka biri oldum senden sonra. Kendime yabancı hayatlarla, başka hayatların zamanlarında yolculuk yapmaya başladım. İçimdeki ben, dışımdaki bana hiç ait olamadı. Hep, sinsice avını bekleyen yabani bir hayvan gibi, sadece dışımdaki beni doyurdum; başka vücutların yabani açlığını bastırarak.
Ama!Ama geldi işte o an. Anladım hangi yaranın kabuk tutmadığını.
Bir sabah, yüzümde ölü buldum kendimi. Zamanın gözleri, bıçak gibi geçmişin perdesini yırtarken, aynada kanayan yüzüme dokundum. Daha bir saniye önce deşilmiş, taze bir yara gibiydi senden gidişim.
Şimdi her sabah, pişmanlık boğazımda düğümlenmiş uyanırken, gün ‘’Geri dön’’ diyor, ‘’Geri dön geç olmadan.’’ Geri dönmek, onca yıldan sonra yeniden karşına çıkıp ‘’Bak, ben geldim’’ demek. Onca sensiz geçen cehennemden sonra, sana bir avuç cennet getirebilmek…
Mümkün mü?
Değil.
Gülüşün nasıl da yakışırdı geceye. Tenine dokunan ellerim, dudaklarından çıkan iki heceyle nasıl da titrerdi. Biliyor musun, sevişmeden uyuduğumuz geceler, sevişmelerden bin kat daha güzeldi. Yanında uyanmak, saçlarını koklamak; kokun…
—Günaydın sevgilim.
O zamanlar bana günaydın derken, gözlerinin içine bakıp, defalarca seni seviyorum derdim ya: Şimdi, ‘’Günaydın! ’’ desen, başımı önüme eğip, ‘’Haklısın’’ diyebilirim. Çok geç kaldım sana, çok geç günaydım.
Ama yine de bil istiyorum
O dekoltesi lacivert gecelerde, tenimdeki yanık kokusu sendin…
” Bazı yaralar, sahibini bekler kapanmak için… ”
Bu yara hiç kapanmayacak!
Tek geçim kaynağımızdı yalnızlık,yoksulduk kalabalıklara. Bu yüzden, ne zaman kapısı çalınsa yüreğimizin, utanıyorduk açmaya
Yamalı
Kirli
Ve açtık
Çirkindik velhasıl aşka
Tek geçim kaynağımızdı yalnızlık, yoksulduk kalabalıklara. Bu yüzden, ne zaman kapısı çalınsa yüreğimizin, utanıyorduk açmaya.
Yamalı
Kirli
Ve açtık
Çirkindik velhasıl aşka
Sana artık düş kurmayacağım
Ve anlatmayacağım hiçbir çiçeğe
Dudaklarındaki kelebeğin hikayesini
Ay ışığına bırakacağım seni /USULCA
Koynumda uyurken yokluğun
Bir eylül gecesi
Sesini özledim en çok
Mırıldandığın ninnilerden karanlığa sızan
O karanfil kokusunu
Gülüşünden doğan serçelerin
Kanat sesleri sustuğundan beri
Gece hep ayaz
Ellerine ne çok kar yağmış anne
Ellerin ne kadar çok Şubat
Üşüyor saçlarım
Süt kokusuna
Kırağı çalmış
Kefeni kundak yırtığı bir an
Baharın buz gibi memelerinde
İlk nefes acısı
Yüreğe batan
Ardından
Bir ağlama sesi / Sıradan
Doğdum
Adım Nisan
Annem gül kokuyordu
Önce gözlerini açmalı kelimelerin
Kelimeler de görebilmeli kendini
Şairini tanıyan şiirler yazmalı
Biraz anarşist
Biraz faşist
Terbiyesiz
Aşk, biraz dinlenmeli
Ya bir istasyon
Ya bir liman
Hep aynı kadın
Hep aynı adam
Gitmeler
Kalmalar
Yalnızlıklar sıradan
Mısra mısra
Sayfa sayfa
Biraz da diğerlerinden bahsetmeli
Ondan
Şundan
Bundan
Bir ölüden
Bir diriden
Bir köleden
Bir kraldan
Ve gülüşünden bir züğürtün
Hayata dair
Yaşamak tadında
Biraz da sokak aralarına düşmeli şair
Şarap
Ve şiir
Saçlarım
Ne kadar da soğuk ve yalnız
Dağınık ve uykusuz
Sanki yıllardır hiç taranmamış
Bir rüzgar çıksa
Dokunsa
Uçuşsa saçlarım
Saçlarım
Ne çok siyah
Ne kadar çok geceye dolaşmış
Dağınık ve uykusuz
” Sonbaharda hüznün damarını çatlatan,yapraklarını döken ağaçlar değil;
kanatlarından yaralanmış, gebe kuşlar.”
Deli bir mavinin içinden sızar o karanlık hatıra
Evinin en loş duvarlarına
Yırtılır yüreğinin içinde sonsuzluğu sevdanın
Sonra bir gemi kalkar avuçlarından
Bileklerinde intihar eder
O eskicinin bile uğramadığı harabe liman
Anımsamayı unuttuğun yüzler deler gözbebeklerini
Anımsamaya başlarsın
Neyi geride bıraktım sahi
Hangi mevsimdi
Hangi acele işlerdi
Neye koşturdum yalınayak, unutarak kendimi
Varoluş
Yokoluş
İlkbahardan kaçıp
Sonbahara sığınmak gibi
Özgürlüğümü düşürdüm
Ayak izlerinin en acıtan derinliğine
Bir çığlığa esir ettim
Şehrin tüm boşluklarını
Zaman geçti
Hayat devretti tüm sevgileri başka bir telaşa
Başka bir telaşla
Düşündüm
İrdeledim
Sahi değdi mi
Değmez mi!
Cehennem kaçkını pervasız bir rüzgârla
Sonbaharda dans ederken yapraklar
Havada asılı kalmış gebe kuşların çığlıkları ile uyandım
Anladım ki
Sen yoktun
Ve ben hiç senin olmadım
Ağlamak değil
Anlamak gerekiyordu
Anlıyorum
Gitmen gerekliydi ve gitmeliydin.